4 Ağustos 2012 Cumartesi

çöl rehberi

girer girmez kaybolan bir kapıdan geçtin...
gıcırdayan bu kapının sesinden başka bir ses duyamazsın burada.
rüzgar bile parmak uçlarıyla eser saçlarının arasından.
bastığın toprakta kahverenginin kanunları geçer. gökyüzü ise griden başkasını tanımaz.
bu diyarda her mevsim sonbahar dolar ciğerlerine. bu topraklar güneşi henüz hiç görmemiştir.
işte şu  güney tarafında gördüğün viranelik, güneş getirme vaadiyle gelenlerindir.
yakınlaştıkça ayırt edilir küçük yıkık yapılar.
kimisinin temeli atılmış henüz bir tuğla bile konmamış, kimisi bir kata kadar çıkıp yıkılmış, kimisi tek duvardan ibaret, kapısız penceresiz çatısız bir kaç ev.
taşlarından lanet kokusu gelen bu eski binaların yanında tozlanmış mezar taşları vardır bir de..
ne isimleri bellidir ne doğum- ölüm tarihleri...
sadece bir araya getirdikleri tuğlalardan fikir edinirsin onlar hakkında.
her an hayaletleriyle karşılaşabileceğin bu uğursuz sokaktan bir an önce çıksan iyi olur.
çıkışta gördüğün dağ yolunun sonu ise kumsala çıkar. ama sana oraya gitmeni pek tavsiye etmem. o denizi izleyip huzur bulmazsın çünkü, dalgalarının sesinde müzik yoktur. hem yolda nasıl bir tehlikenin seni beklediğini asla bilemezsin.
inat edersen ve eğer sağ salim geçebilirsen dağı, az önceki sessizlikten eser bulamazsın. karşında metrelerce kabaran dalgaların biri eğilirken diğeri ayağa kalkar, sanki sıralanmış bir sürü kuduz köpek, köpükler saça saça karaya çıkmaya çalışıyor da biri tasmalarından tutuyor gibidir..
bir kayık görüyor musun orda savrulan, ufka taşınmak için gönüllü bekliyor.
peki cesaretin kaldı mı?
yoksa kaçmaya yer mi arıyorsun yolcu,
ne diye geldin?
ırmakları kurumuş, çiçeklerine hazan vurmuş bu yere, ne diye geldin?
vaadin yağmur mu, bereket mi, huzur mu?
burası senin yurdun mu?
ölmeye mi geldin,
güneş olup doğmaya mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder