21 Aralık 2012 Cuma

sen hayatımda aldığım en güzel hediyesin. teşekkürler sevgilim.

o karşımda öyle muhteşem haliyle dururken... ben aptallaşmayayım da kim aptallaşsın.


10 Aralık 2012 Pazartesi

ben böyleyim. döke saça değer veriyorum. kaybedecek bir şeyim yokmuş gibi. toprağa çekirdek savuruyor gibi. her hücremle sarmalıyorum onu. ayrı bir vücut olmak zoruma gidiyor. ondan uzakta kendime tahammül edemiyorum.  istediğim sadece anlaşılmak. öyle durduğum yerde, otururken, yürürken... söylemediklerimin duyulmasını istiyorum. insan üstü bir şey bu farkındayım. sınırlarında takılan bedenlerimizin aksine, ruhlarımızın birbirine karışmasını istiyorum duman gibi. çok mu?

2 Kasım 2012 Cuma

nasıl koşmak istiyordur bir bebek sürüklerken bacaklarını. nasıl heveslidir ayaklanmaya. gücü yok bebeğin bilekleri zayıf, dengesini yitiriyor.
tut küçük ellerinden, ayak uçlarında yürüt, her adımında minik adımlarına izin ver. yavaş yavaş ilerle.

ben emeklemeden yürüdüm sevgilim, sabırsızım. tut ellerimden.

18 Ekim 2012 Perşembe

ne iyi ettin de geldin

bu sonbahar gelecekti demek, bir kapının olduğunu unutmuşken çalan bu zil ne kadar da tanıdık bir melodi.
kim o?
ne o açmayacak mısın? diye soruyorum kendime, aynaya koşuyorum, hızlanıyor melodi, geldim geldim çatlama..
işte açtım kapıyı, derin bir nefes ve ..
hoşgeldin,
soğuk muydu dışarısı ellerin üşümüş.
durma orda içeri geç odan hazır.
çorba yapmak lazım şimdi değil mi?
evet evet, çorba iyi gelir.

2 Ekim 2012 Salı

saçmalıklar silsilesi- hiç

koskoca beyaz sayfa, al at koştur. şöyle iki satır birşey yazılsın dedim, kimsenin eli tutmuyormuş. silgiyle yazı yazılmaz öğretmediler mi çocuğum? korkma mürekkep lekesinden. korkma..

demesi kolay tabi ama korkuyorum işte yine aynı hikayeler anlatılacak diye. başarı çok uzak görünüyor bir göz yanılması değilse..

doğuştan mı güvensiz biriyim?  hayır. sanırım bir kaza sonucu güvenimi kaybettim. güven nakli hala zor günümüzde, yoksa değil mi?

az değil geride bıraktıklarım, ne yaptım bu güne kadar? şöyle örtüyü bir indirseler ne çıkar altından?
hiç.


30 Eylül 2012 Pazar

semazen

dönüyor dünya
dönüyor istanbul
ama başı dönmüyor yeni camii nin
eminönünün benzi solarken
hiç düşmüyor beyazıt
laleli, sancıdan iki büklüm..
semahını görenleri hayran bırakıyor
süleymaniye
oysa haliç durup durup öğürüyor,
her iskelede kusuyor içini.
ney sesleri geliyor eyüpten, fatihten...
şehir yüzünü yıkıyor ezan vakitlerinde
martılar
secdeye iniyor...

çok dağıldım çömlekçi
her yerim her yerde
ben bu semahta olmalıydım
kollarım düşüyor
usta ellerine kaldım, doğrult beni.
yak özümü ocakta, sonra
giydir.

çok dağıldım çömlekçi
midem bulanıyor.

21 Ağustos 2012 Salı

yaz sendromu


yine güzel bir şeyin sonuna geldik sanırım.
yüzleşme vakti.

yüksek bir yerden kara düşmek gibi bu mevsim. çok yumuşak bir yalnızlık, İstanbulun nemi kadar yapış yapış teninde, ya da rehavet içine çöken, bilemiyorum, son mu başlangıç mı? her şeyi bir kenara itebilen bir gücü var emin olduğum.

derin derin içime çekiyorum sıcağı, sakinliğin sesini dinliyorum, bu gün son günümmüş gibi eşyalarıma şefkatle bakıyorum. ne ara doldu zamanım?

heyecanım kalmadı mutluyum, uzaklığın verdiği dinginlik olmalı, güzel. bazıları için acı çekmeyi sevmiyorum. isterse unutur insan derdim hep eskiden, konuşmak çok kolaymış. Dersimi aldıysam gidebilir miyim ben. bir tür takıntı diyebileceğimiz bu garip hisle pek anlaşamıyoruz da.

tek başıma kaldıramadığım yükler var, söylesem hafifler miyim?

18 Ağustos 2012 Cumartesi

çaresiz

nefretin de çaresi olmalı!
kışın serçeyi üşütmeyen,
bizi dünyadan düşürmeyen
çare...

bir kuyunun başında,
nereye gideceğini biliyor;
su
geri çevrildi sevgiliden.

güneş çoktan batmıştı
perdesini çekip
kadın
sarıldı yattı sırrına
hangisindeydi çare ?

sayıklamalar 2

kızgınım
cama çarpan bir sinek nasıl kızgınsa
çok kızgınım.
utanmadan yazıyorum işte
saklayamıyorum artık
sığdıracak hiç bir yerim kalmadı.
gittikçe çoğalan bakteriler
çekildiler yarıştan

uykusuz bir gece
tutkusuz bir sevişme gibi
yenik düşüyor güneşe
boynu bükülüyor martıların
gün aydın, peki sen?
nasıl bir karanlıksın,
nasıl bu kadar uçsuz bucaksız...

suçu yok burçların
özlüyorum ya
hep burada kırılıyor cümleler
anlam gözlerini yitiriyor.
suçlu gece de değil,
istanbul hiç değil

sayıklamalar

kaç defa daha ölmek gerek
unutmak için bir portreyi
gittikçe deliriyorken çizgiler
ve renkler diriliyorken

gelişigüzel bir itiraf
ya da ezberlenmiş bir metin
bir şehri
ezip geçecek kadar net olmalı
tek kelime, gökler ağırlığında

bağcığına bağlanmış,
ağzına dolmuş saçlar.
karınca yuvaları gözlerinde
kulakları; arı kovanı,
farkında mı?
ne harika elleri var insanoğlunun
be ne muhteşem parmaklar
fırçayı kullansa iyi olur,
unutmak için bir portreyi.
insanoğlu,
renkler düşman değil.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

çöl rehberi

girer girmez kaybolan bir kapıdan geçtin...
gıcırdayan bu kapının sesinden başka bir ses duyamazsın burada.
rüzgar bile parmak uçlarıyla eser saçlarının arasından.
bastığın toprakta kahverenginin kanunları geçer. gökyüzü ise griden başkasını tanımaz.
bu diyarda her mevsim sonbahar dolar ciğerlerine. bu topraklar güneşi henüz hiç görmemiştir.
işte şu  güney tarafında gördüğün viranelik, güneş getirme vaadiyle gelenlerindir.
yakınlaştıkça ayırt edilir küçük yıkık yapılar.
kimisinin temeli atılmış henüz bir tuğla bile konmamış, kimisi bir kata kadar çıkıp yıkılmış, kimisi tek duvardan ibaret, kapısız penceresiz çatısız bir kaç ev.
taşlarından lanet kokusu gelen bu eski binaların yanında tozlanmış mezar taşları vardır bir de..
ne isimleri bellidir ne doğum- ölüm tarihleri...
sadece bir araya getirdikleri tuğlalardan fikir edinirsin onlar hakkında.
her an hayaletleriyle karşılaşabileceğin bu uğursuz sokaktan bir an önce çıksan iyi olur.
çıkışta gördüğün dağ yolunun sonu ise kumsala çıkar. ama sana oraya gitmeni pek tavsiye etmem. o denizi izleyip huzur bulmazsın çünkü, dalgalarının sesinde müzik yoktur. hem yolda nasıl bir tehlikenin seni beklediğini asla bilemezsin.
inat edersen ve eğer sağ salim geçebilirsen dağı, az önceki sessizlikten eser bulamazsın. karşında metrelerce kabaran dalgaların biri eğilirken diğeri ayağa kalkar, sanki sıralanmış bir sürü kuduz köpek, köpükler saça saça karaya çıkmaya çalışıyor da biri tasmalarından tutuyor gibidir..
bir kayık görüyor musun orda savrulan, ufka taşınmak için gönüllü bekliyor.
peki cesaretin kaldı mı?
yoksa kaçmaya yer mi arıyorsun yolcu,
ne diye geldin?
ırmakları kurumuş, çiçeklerine hazan vurmuş bu yere, ne diye geldin?
vaadin yağmur mu, bereket mi, huzur mu?
burası senin yurdun mu?
ölmeye mi geldin,
güneş olup doğmaya mı?

beyaz

bir boyanın başka bir boyada karışması gibi dağılmak var.
pembenin içindeki beyaz...
aslında besbelli ama nerede gösteremezsin.
özünü verir beyaz
yok olmaz
başka bir renkte tekrar doğar.

26 Temmuz 2012 Perşembe

ölü

kıvırcık kumral saçları vardı. iri ela gözleri... çok küçüktü henüz, düzgün konuşamazdı ama utanmazdı şarkı söylemekten, herkesin içinde dans etmekten. sevdiriyordu kendini. şımartılıyordu. küçük pamuk ellerinden tutmak su içmek gibiydi. dizlerimde uyutmasam sabah olamazdı. bunu hak etmek için ne yaptım diye sorgulayamazdım bile. öyle korkardım ki. onu ellerimde büyütme fikri daha fazla güçlendirirdi beni. daha fazla inanırdım hayata. acıtmazdı hiçbir şey.

çok sakındım. toz değmesin diye üstüne titrerken nasıl oldu, hastalandı. bakışlarındaki ses suskunlaştı, can gitti ellerinden. şarkıları öksürüklere karıştı. ben çırpındıkça o soldu. elimden bir şey gelmeyecekti ama ölüm olmamalıydı son çare.

ben bu kadar severken farkedemedim belki. seviyormuş gibi duruyordun. bir elinden ben tutarken o masalın bir elinden sen tutuyordun. sahip olduğumuz o hediyeye verdiğim değeri sen de veriyor gibiydin. cinayeti teklif ederken acılarını dindirmek istediğini sandım. sonsuz mutluluğa çabucak ulaştırmaktı ölüm. başka bir hediye daha verilir, üzülme dediğini sandım. senin için sadece ayak bağı oluyordu belki, baş ağrısıydı. çabuk usanmıştın. kurtulmak istedin. hepsi bu.

lanetlenmiş iki katiliz. aramıza giren hayaleti görüyorsun değil mi? ne kadar soğuk. yüzüne baksam kan akıtıyor gözlerime, konuşmaya başlasam parmakları boğazımı sıkıyor.

korkunç değil ama o, hala güzel ve hala bizim.

uiy!

Aslında baya da canım sıkkındı. Kafamda yüzlerce hayalet dolanıyordu.
Ama entesan bir dünyadayız. Sildi süpürdü tozları şu kadın, yazacaklarımım unuttum.


13 Mayıs 2012 Pazar

Nerissa'ya mektup



Sevgili Nerissa,
Saygısızca ve bir İngiliz hanımefendisine yakışmayan davranışım sebebiyle sinirlerinin zayıfladığını duydum. bir süre benimle görüşmeyeceğini de eklemişsin. oysa sen pencerenin kenarında okalüptüs kokulu mendilinle otururken Londra caddelerinden gelen nal seslerine karışık şen kahkahalarımı duyabilirsin. evet, uygunsuz bir davranış sergilediğimi biliyorum ve bundan en çok etkilenen sevgili babamız oldu. ama Nerissa bazen insanın kontrolsüzce davranabileceğini küçücük bir an hiç bir şeyi umursamak istemeyeceğini görmezden gelemezsin. sen bana alevler saçan gözlerinle en sivri kelimelerini fırlatmadan önce de biliyordum sonra da şimdi de.. eğer bir yetişkin çocukça şeyler yapıyorsa onu bir çocuğu uyarır gibi uyaramazsın. tüm o zehirli sivri okların isabet etmedi bana edemez de. yaptığın kendini acıtır. farkında olsam yapmazmışım. tahammülsüz olmuşum. huylarım değişmiş, çok kırıyormuşum... ne zamandan beri böyleyim, tahammülsüzlüğüm kimlere ve neden hepsini biliyorum. lakin açıklama bekleme benden. hiçbir zaman açılan yaranın kabuğunu kaldırmaktan öteye gitmedi bu. sebepler bende saklanmalı sonuç olarak. keşke sakinliğimi koruyabilseydim belki de sırtımı hiç kimseye dayamamalıydım.

Beni çok sevdiğinden üstüme geliyormuşsun bir de Isabelli korumak istediğinden.. sahi sen gerçekten sevebiliyor musun? haklısın bazen öfke de sevgiden olur ve bunu anlarsın da. oysa ben o gün yalnızca bir kişinin sevgisini gördüm. doğrudan mahremine saldırdığım Isabellden. gayet sessiz bakışları, sakin duruşu, belki de suskunluğu parçaladı kalbimi. kendime getiren Clarice olduğumu hatırlatan o anlayışlı halleriydi. senin savurduğun onca söz kulağımı teğet geçerken ki genelde bu tarz ikazları  umursamam güler geçerim oysa onun sessizliği ruhumu ikiye böldü. ben ondan öfke bekliyordum, kabaca davranışlar... ama o öyle baktı ki bana içimi okuyor, beni anlıyor gibiydi. hiç bir şey demedi, üstelik siz olmasaydınız belki beni teselli bile edebilirdi. tek başıma yorgun ve karmakarışık duygularla yatakta uzanırken geldi ve kırıldığını söyledi okşar gibi sesiyle. sebebini sordu ve bu sırada bana sarılıyordu Nerissa ve Isabellin doğasını ikimizde biliyoruz. şimdi beni sevdiğini hala söyleyebilir misin? açıkçası duyunca gülmekten kendimi alamadım; Isabell bana çok yüz veriyormuş yoksa ben sana da öyle yapabilir miymişim. hiç bir zaman savunmadım, doğru olduğunu iddia etmedim ama umarım bu olay bir cevap niteliğinde olmuştur. sevginin boyutu öyle bir hal alır ki bazen dışarda kalanlar yadırgar anlam veremezler. bu yüzden seni küçük göremem sadece bil istiyorum.

Cevap bekleyen tavırlarına karşılık bu satırları yazıyorum. Sağlığına dikkat et.

Küçük kardeşin Clarice.


26 Mart 2012 Pazartesi

hatırla çocuk

bilmesin kimse zaten canının yanabileceğini, öyle dik dur ki parmak uçlarına bastığını fark etmesinler. gülümseme sevgiyi anlamayana, merhametini görmesinler. kendini anlatma, istediklerini duyarlar. payını ver küstah ağızların bir daha açamasınlar sana.

kendin ol çocuk. şu veya bunun koyduğu kurallara he de geç. çok seversen üzerine giderler, utanma sevginden bir aptalı seversen bu seni aptal yapmaz ama başına kakarlar, yüzleş kendinle devam et yaşamaya.

dostlar bul kendine sana ait olsunlar, paylaşma.

ama şimdilik unutma bu günlerini, sana hayran gözlerimi.

29 Şubat 2012 Çarşamba

kıymık acısı

koskoca sevgiler kuşatmışsa da, sıkıcı dertlerle boğuşuluyorsa da  o küçük(!) kıymık öyle bir acıtır ki, koskoca sevgiler yetmez alışmaya, sıkıcı dertler dağıtamaz kafayı... sonsuz olan ruh kadar kalıcılığını ilan eder. yaşam ya da ölüm korkutamaz onu. anlamsız kalır hayat; acıyı dindirmeye çaresi yoksa külfet değil de nedir?

bu acı tek bir bedene ait olmaz, tek kişilik olamaz.

ama ben ölü değilim, gözlerim ölmüş olabilir. ben hala nefes alıyorum. öyle nefes alıyorum ki can geliyor mezarlıklara. kan görüyor rüyadakiler.

öyle nefes alıyorum ki eksilirken her zerren bana ekleniyorsun. ben sığamıyorum dünyaya, sen daha çok ısıtıyorsun.

bir gün gelecek eksileceğin hiç bir şey kalmayacak. sesimle titreyebilecekken kuşlar hiç olmadığım kadar suskun olacağım. sen göremeyeceğim kadar yakınımda olacaksın.